İran Gezim vol 1-Tebriz

Eveeet, bir kaç arkadaşın tavsiyesi, son günlerde tesadüfen İranlı dostlar edinme, onların daveti derken biletlerimi alıp İran yolunu tuttum. İran'a seyahat edecekler için faydalı olması açısından kendi gidiş dönüşümü, lokantaları, lezzetleri, fiyatları vs. de belirticem. Çünkü ben gitmeden önce biraz araştırmış ve bloglardan çok faydalanmıştım. Ancak kadınların giyim kuşam veya karşılaşabileceklerine dair pek bir şey bulamamıştım. 10 gün İran'da tek başına yolculuk yapan bir kadın olarak bazı notlarım da olacak.

Dönüşü Tahran'dan direk İstanbul'a aldım ama gidişi hem daha ucuza gelmesi hem daha maceralı olması için Doğubeyazıt'tan taksiyle yaptım. İran'a pek çok gidiş yolu olduğundan ve bunlara internette kısa bi araştırmanın ardından ulaşabileceğinizden ben sadece kendi yöntem ve tecrübelerimi paylaşmak istiyorum.

Ben Ağrı'ya uçakla gittim. Havaalanının hemen önünden Ağrı merkez veya Doğubeyazıt'a minibüsler var. 15 lira idi havaalanı-Doğubeyazıt arası, 1.5 saatlik bir yol. Havaalanı oldukça küçük, gelen uçak seferi belli olduğundan pek beklemiyorsunuz, hemen kalkıyor. Doğubeyazıt'ta beni bir arkadaş karşıladı. O olmasaydı, sorup Gürbulak sınır kapısına giden minibüs veya taksi bulacaktım. Merkezden sınır 15-20 dakikalık mesafe zaten, taksi tutabilirsiniz yani. Sınıra gitmeden cağ kebabı yedik Doğubeyazıtta, güzeldi:) Ardından dünyanın ikinci en büyük meteor çukuru diye bilinen çukuru görmeye gittik. Sınıra 200 m kala sola askeri bölgeye sapıyorsunuz, 2 km ilerde sağda çukuru göreceksiniz. Sadece ince bir telle çevrilmiş bu yerin aslında meteor çukuru olmadığına dair milliyette bir haber var ama bilemiyorum doğrusunu.
Sınırda yurt dışı çıkış pulu alıyorsunuz, diğer tarafa geçerken şalınızı bağlıyorsunuz ve orda 3-4 polis bekliyor. Neden geldiğinizi soruyorlar. Ben tatil için, hem arkadaşımı da ziyaret edicem dedim. O taraf Azerbaycan bölgesi olduğundan seviyorlar Türkiyelileri. Sürekli bir alışveriş var zaten, mesela meyveler sebzeler vardı kasa kasa sınırda. Polisler de çok sıcak davrandı bana. Vize gerekmiyor bize zaten, pasaport yeterli. Mührü basıp hoş geldiniz dedi ve beni uğurladı. 4-5 kişi köşede oturmuştu, ben direk geçerken bişiyler dediler anlamadım. Sonra çantayı kontrol etmek istediğine kanaat getirdim, açtım. Elbise var hep dedim. Broşür filan var mı dedi, yok dedim. İranlılara çok benziyorum, o nedenle herkes benimle önce Farsça konuşmaya çalışıyor. Ben saf saf bakınca, he bu turist deyip vücut diline geçiyorlar. Pek çok kişi İngilizce bilmiyor. Yollarda çok defa sormam gerekti. Özellikle de gençleri tercih edeyim dedim ama yok. 

Sınırı geçince sizi bir sürü kişi bekliyor paranızı bozmak veya taksiyle götürmek için. Bu noktada dikkatli olmamı söylemişti herkes. Bense pazarlık konusunda oldukça kötüyümdür. Neyse ki tanıdık vardı da o bindirdi beni Tebriz'e gidecek bi taksiye. Nefer, kişi demek.1 nefer 25000 toman dediler. 250000 riyal yani. Bu arada para birimi resmi olarak riyal ama halk hep toman kullanıyor konuşurken. Başta karışıyor ama bir kaç gün içinde oturuyor merak etmeyin:) Taksiler ortak kullanılıyor genelde. Petrol çok ucuz olduğundan taksiler de çok ucuz. Benzinin litresi 50 kuruştu en son! Giderken yolda polis 2 kez durdurdu, bi keresinde çantayı aradı. Silah, bomba vs. var mı diye bakıyorlar dedi taksici amca. Takside bile sigortalısınız, ismimi soruyor da taksici amca, o ne diyorum insurance insurance diyor. Polise belli noktalarda onu göstermek zorundalar. Denetimler sıkı, yaptırımlar fena. Ben arkada otururken bile kemer taktım, şoför uyardı. Yoksa sen ödersin ama, bana da kızarlar dedi. Şehirler arası otobüslerde de tüm yolcular kemer takmak zorunda. Örneğin bir arkadaşım Tebriz'de telefonla konuşurken polis görünce cezayı yazmış hemen 200000 riyal. 350000 imiş de o indirtmiş rica edip.

Yol kenarlarında uzun yeşil bişiy satılıyor, uşgun (ışkın) adı. Ekşimsi ve hoş bir tadı var, kabuğunu soyup yiyorsunuz. Van'da, Siirt'te filan da varmış. Unkapanı arkasında kadınlar pazarında da varmış, Bitlis'ten geliyormuş, şimdi öğrendim, oley:)
Ve ilk uyarımı takside şoförden alıyorum şalımı düzeltmem konusunda. Taksideyiz ne olacak diyorum, olmaz sen yine de tak, polis molis görür diyor.

Şimdi kıyafete değineyim hemen. Kadınlar kafalarına bir şey takmak durumundalar. Tamamen kapanmak zorunda değilsiniz. Genç kızların çoğu şallarını yarım takıyor, hafif bağlıyor. Dirseğe kadar inen kollardan giyinebilirsiniz, kısa kol da olabilir dediler ama ben pek sık görmedim. Uzun etek veya pantolon giyiliyor, dar paça hatta tayt giyen de gördüm ama tayt nadirdi. Önemli olan üzerinize uzun giyinmeniz. Uzun diyorsam cidden uzun yani popoyu örtüp 1-2 karış daha aşağıda olacak ve bol olacak tabi. Çarşaf giyen çok orta yaş ve üzerinde. Genç kızlar çok daha esnekti ve epey bakımlılardı. Özellikle kaşlar, gözler sürekli makyajlıydı. Burunları yapılı çok hatun vardı. Topuklu giyiyorlar, önemsiyorlar giyim kuşamlarını. Anlıyorum onları çünkü sadece yüzleri var gösterebilecekleri, kendilerini beğendirebilecekleri. Ben bile orda makyaj yaptım ki normalde pek takmam haha. Renkler konusunda bi sıkıntı yok, pembe, beyaz, mavi.. Çok renkli giyinen kadın gördüm, hele şallar rengarenk:)

5 gibi başladığımız yolculuk 9 a doğru bitti. Duraklamalarla, kontrollerle 4 saat sürüyo diyelim. Taksici bırakmadı beni ta ki arkadaşım gelip alana kadar, bekledi amca. Sen emanetsin, dedi. Tebriz'de ilk durak güzel bi lokanta.
                                            Aş denilen bi sebze yemeği. Ben sevmedim tadını.
 
                    Tebriz köftesi. Kuru biraz, bol malzemeli. Safran her yemekte olduğu gibi var tabi ki.

İkisi 10000 tomandı yaklaşık. 100000 riyal yani. 1 dolar 32000 riyal kabul edilirse 3 dolar diyelim yemeğe. Burası güzel, lüks bir restorandı bir de. Siz hesap edin yemeklerin fiyatlarının ne kadar uygun olduğunu :)

Bu arada turkcell hattım sınırdan biraz ilerledikten sonra çekmedi. İrancell aldım ben, 60000 riyaldi, yaklaşık 2 dolar yani. Başka operatörler de varmış, konuşması daha ucuz olan, sorun isterseniz. Bu her yerde çekiyo diye ben bunu aldım. 

Yollarda, duvarlarda hep yazılar var farsça. Çoğu reklammış. Çok azı kurandan imiş ya da birkaç şiir. Şehrin sokakları rengarenk. Dükkanların ışıkları da renkli ışıklar. Başta tuhaf geldi, burda görsek bu ne böyle pavyon gibi deriz. Orda her yer renkli ışıklıydı. Taksilerin içi, otobüslerin içi. Camiler gri ya mesela burda, orda hep mavi ve tonları, işlemeli filan..:)

Ertesi gün sabah 5 te kalkıp trekking için yollara düştük. Oranın haftasonu cuma günü. Bizim pazarımız yani. Bir sürü otobüsler vardı, doluydu hepsi. Dağcılık ve yürüyüş çok yaygınmış orda. Güzel bir grupları var, her hafta gidiyorlarmış. Baya da zor parkurdu. Hepsi donanımlı, ekipmanlı. Ben turist halimle gittim, alakasız bir ayakkabıyla filan. Giderken otobüste perdeler çekildi ve içerisi disko oldu resmen, herkes bir anda çılgınca dans etmeye başladı. İran'da böyle mekanlar olmadığından bu onlar için bir fırsatmış, kendileri söylediler. Bizim için trekking yanında bu süreç de çok önemli; dans etmek, şarkı söylemek, sosyalleşmek için, dediler.

Hedef Babek kalesiydi. 3-4 saat çıkış sürdü. Zordu, sürekli bir tırmanış halindeydik çünkü, hava 30 dereceydi hatta belki daha fazla. Kafamızda o şallar, uzun uzun giyinmişiz. Bir ara bayılıcam sandım :( Neyse ki sonunda vardık kaleye. Biraz dinlenip, yanımızda getirdiklerimizi yedik ve tekrar inişe geçtik. Babek kalesine dair hikayeyi googledan bulabilirsiniz. Babek o bölgede çok sevilen ve saygı duyulan bir askermiş, Araplara karşı mücadelesinden dolayı.
Tebriz'de evler eskiydi çoğunlukla, tuvaletleri alaturka hala. Sadece bir otelde hem alaturka hem alafranga vardı. Araba modelleri de hep düşük. Yollar kazınmış da öylece bırakılmış sanki her yer inşaat gibi. Arkadaşa sordum ve hükümetin Azerilerin ayrılmak istemelerinden ötürü o bölgeye, şehre pek yatırım yapmadığını, o nedenle bölgede işsizliğin çok olduğunu, orda kurulan neredeyse tüm fabrikaların Türkiyeli iş adamlarının yatırımları olduğunu söyledi.

Ertesi gün sabah 10 gibi kalkıp kahvaltıya gittik. Hat almak istedik ve kapalıydı çoğu dükkan. Dolar kurunu öğrenmek istedik, kapalıydı döviz bürosu. İlginçti. Burda sabah 8 de açılıyo bir çok dükkan.. Kahvaltıda omlet mi yersin bal kaymak mı dedi arkadaş. Halbuki ben hepsini de yerim yani. Ayıp olmasın diye bal kaymak seçtim ama omletinin de tadına bakarım dedim, tabi dedi:)
Bir not, ısrar mevzusuna dair. Bir şey ikram ettiğinizde ilk sorduğunuzda almıyorlar genelde. İkinci kez lütfen alın deyince alıyorlar hem de zevkle. Siz de gerçekten almak istemeseniz bile ısrarla karşılaşacaksınız bolca, aklınızda olsun:) Bu arada yemek masasında yemek yeme alışkanlığı yok pek. Yerde oturuluyor sıkça.

Ve kahvaltının ardından El Gölü etrafında tur attık. 12 m derinliğindeymiş. Hemen yanında güzel bir bina var, restoranmış. İran'ın hemen her yeri yemyeşil, parklar, bahçeler, çiçek böcekler. Çok güzel. Özlediğim yeşilliği buldum orda.

Goy Mescidi-Gök Cami (Blue mosque) u görmeye gittik ardından.
Ardından Demir Çağı Müzesi'ne gittik. Halk burayı mezarlık müzesi olarak biliyormuş daha çok. Ne bir İngilizce tabela ne bir ok var. Beni Tebrizli arkadaşım götürdü, aksi takdirde bulmam çok zordu. Burası bölgedeki inşaat kazıları sırasında tesadüfen keşfedilmiş. 3500 yıllık mezarlar var burada.  Kadınlar, erkekler ama çokça çocuklar. Hemen hepsi cenin pozisyonunda, ve yanlarında da kaplar vs. bulunmuş. Ölümden sonra yaşamın devam ettiğine inanıldığından. 

Ordan sonra kapalı çarşıya gittik. 2010 da bu çarşı UNESCO dünya mirası listesine eklenmiş, Ortadoğu'da bulunan en büyük kapalı çarşı imiş burası. İçerisinde İsrafil kafe var, fotoğrafçılar hep orada toplanırlarmış. Çay içtik; nargile de vardı ama içmedik. İsfahan'da bana kadınım diye nargile vermemişlerdi. Burda sormadık, bilmiyorum. Aslında yasak ama çoğu yer veriyormuş, bilginize.
                                                               Kapalı çarşıda bir çay ocağı.

Çayı inanılmaz hızlı içiyorlar, bir yudumda. Bizdeki gibi keyif yapalım, saatlerce oturalım filan yok, ayakta ve hızlı içiyorlar. Kimileri altlığa döküp içiyor çayını, çabuk soğusun diye. 

Kapalı çarşı içerisinde bir yer var ki çok özel. Muzafferiye (halı çarşısı). Burada el yapımı, çok güzel halılar satılıyor. Buradaki dükkanların kiralarının çarşının diğer bölümlerine kıyasla çok farklı olduğunu öğrendim. Halıların da öyle. Büyüklüklerine, sıkı dokunup dokunmamalarına göre değerleri artıyor, azalıyor. Rastgele seçtiğim bir halının büyüklüğü 3 metrekare kadardı ve fiyatı 60.000 liraya tekabül ediyordu yaklaşık olarak. 
                                             
                                                                                                           
Bir de böyle halı dokuyup çerçeveletip asıyorlar duvara. Portreler de yapılabiliyor. Güzel hediye olur bundan. Akşam ise son yemeğimizi yemek üzere beni dolap dedikleri bir restorana götürdüler. Zamanında orası meyve sebzeleri saklamak için kullanılıyormuş. Şimdi restoran haline dönüştürülmüş ama çok güzeldi atmosferi, anlatamam. Yakında da canlı müzik başlayacakmış akşamları. Bana öyle güzel ikramlarda bulundular ki, hele Türkiye'den geliyorum deyince.. Hatta hatıra olması açısından kısa bir şeyler de yazmamı istediler. Yazarken de fotoğrafımı çektiler. Kendimi bir an ünlü biri sandım ehe komikti.

Otogardan oldukça rahat bir yolculukla Tahran'a geçiyorum. Sadece Tahran'a girişten otogara kadar fena bi trafiğe takılıyoruz. Sabah saatlerinde öyle oluyormuş hep. Ben gece 11 de bindim otobüse. 7 gibi inmeyi bekliyordum. 1,5 saat geç indim. Bilet almadan önce bunu gözönünde bulundurun derim.
Tahranla devam ediyorum. Okumak için tıklayın efendim :)

Yorumlar

  1. hocam çok iyi etmişsiniz gitmkle tahran trafiği deli trafik aracı kullanan bendeniz tahrana girince BU DELİ TRAFİĞE DELİ 1 ŞOFÖR LAZIM diyerek direksonu bıraktım

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Beğendin mi?

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karadeniz Ereğli'de İyi Yemek Yiyebileceğiniz Mekanlar

Tayland-Fil Safarisi (Yapmayın nolur)

Sakız Adası-Chios (Yunanistan) Notlarım